bugün
yenile
    1. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      yeryüzünün bu en şerefli ve en faziletli binası kabe, hâla, tevhid inancından uzak yaşayan, hatta bu inancı var güçleriyle ortadan kaldırmaya, müntesiplerini yok etmeye çalışan kureyş müşriklerinin elinde bulunuyordu. bina ediliş gayesinin tam aksine, içi putlarla dolu duruyordu. tevhid inancının ve bu inancın mümessili müslümanların can düşmanları olan müşrikler, burada her türlü rezaleti irtikap ediyorlardı. gayretullah'a dokunan, hz. âdem (a.s.) ile hz. ibrahim'in ruhaniyetlerini rencide eden ve bütün müslümanların kalp ve vicdanlarını derinden sızlatan bu durumun bir an evvel ortadan kaldırılması lazımdı. bu mübarek mabedin ve bu mabedin içinde bulunduğu mekke'nin bir an evvel müşriklerin kirli ellerinden kurtarılması gerekiyordu. hz. peygamber efendimiz, bunu düşünüyor, bu maksadının tahakkuku için bir yol arıyordu. uzun zaman imkanlar ve şartlar buna elvermemişti; çünkü, müslümanlar henüz az ve zayıf bir durumda bulunuyorlardı. müslümanların mevcut gücüyle bunu elde etmek de oldukça zordu. üstelik, medine'nin her an düşman taarruzuna uğraması da muhtemeldi. bu gayenin bilfiil gerçekleşmesi için islâm'ın inkişaf etmesi, müslümanların çoğalması, güç ve kuvvet kazanması gerekiyordu; aksi takdirde, bu yoldaki bir teşebbüs akim kalabilirdi. bir işe teşebbüste zamanı ve zemini değerlendirmeyi çok iyi bilen peygamber efendimiz, bu gayesinin tahakkuku için cenâbı hakk'ın müsait şartlar ihsan etmesini sabırla bekliyordu. nihayet, hicret'in 8. yılında islâm olanca haşmetiyle etrafa yayılmıştı. bir taraftan islâm'ın en amansız düşmanlarından biri olan hayber ve civar yahudileri tabiiyet altına alınmış, bir taraftan en büyük bir fetih ve zafer olan hudeybiye antlaşması yapılmış ve yine bir başka taraftan o zamanın koskocaman bizans imparatorluğuna mu'te harbiyle gözdağı verilmişti. bütün bunlar, islâm'ın ve müslümanların, önüne geçilmesi imkânsız, büyük bir kuvvet halini almış olduğunu ortaya koyuyordu. artık bu ulvî ve mukaddes gayenin bilfiil tahakkuk zamanı gelmiş ve gerekli imkânları cenab-ı hakk ihsan etmişti. ancak, ortada bir mani vardı. o da, müşriklerle yapılmış olan hudeybiye antlaşması idi. bu anlaşmaya göre, müslümanlarla müşrikler 10 sene birbirleriyle harb etmeyecek ve anlaşmayı bozmayacaklardı.ahde vefada zirve noktada bulunan resûli kibriya efendimiz, bu kutsî gayesi için de olsa ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu. kalplerimizin en ince noktasına nüfuz eden, gönlümüzden geçen her arzuyu bilip cevap veren cenâbı hakk, sevgili resulünün de kalbinden geçen bu ulvî arzuyu biliyordu. zâten ona bu gayesini tahakkuk ettireceğini daha iki sene evvelinden de haber vermiş, müjdelemişti. cenâbı hakk, bir sebep halketti: hudeybiye sulh antlaşmasının bir maddesi, kureyş'in dışında kalan kabilelere istediği tarafın himayesine girebilme hakkını tanıyordu. bu haktan istifadeyle, muahede yapıldığı sırada, huzaa kabîlesi, hz. resûlullah'ın ahd ve emanına girerek müslümanlar tarafında yer almış, benî bekir kabîlesi ise müşriklerin himayesini kabul ederek onların tarafını tutmuştu. bu iki kabile arasında uzun zaman devam edip gelen bir düşmanlık, bir husumet vardı. ihtimal bu düşmanlık neticesidir ki, eskiden beri peygamberimizin dedesi abdûlmuttâlib'le anlaşmalı ve müttefik bulunan huzaalılar, hz. resûli ekrem'in safında yer alınca, benî bekirler de müşriklerin himayesine girmişlerdi. nübüvvet nurunun mekke'de parlamasına kadar birbirleriyle kanlı bıçaklı olan bu iki kabîle, bu nur sayesinde az da olsa birbirlerinden kanlı ellerini çekiyor ve bu çekiliş hudeybiye sulhüne kadar devam ediyordu. ancak, bu sulh devresinde tekrar birbirlerini rahatsız etmeye başlıyorlardı. bahaneler arayarak hâdise çıkarma yoluna gidiyorlardı. bir gün, benî bekir kabilesinden biri, bir şiirle hz. resûlullah'ı hicv ve tahkire yeltenir. huzaalılardan bir genç buna tahammül edemez ve adamın başını yaralar. durumu öğrenen bekir oğulları, bunu, huzaalılara saldırmak için bir sebep sayarlar. kureyş müşriklerinden de bir yardım alan benî bekirler, her şeyden habersiz, vetir denilen suyun başında ikamet eden ve böyle bir saldırıdan hudeybiye sulh anlaşması gereğince emin bulunan huzaalıların üzerine ansızın saldırırlar; hazırlıklı bulunmayan huzaalıları, tâ mekke'nin içine kadar kovalarlar, harem'de bile adamlarını öldürmekten çekinmezler. neticede, çarpışma, huzaalılardan 23 kişinin öldürülmesiyle son bulur. çarpışmada müşrikler, benî bekirlere at, silah gibi yardımlarla kalmamış, ileri gelenlerinden birçoğu da bilfiil çarpışmaya katılmıştı. fakat, bunu peygamber efendimizden korkarak, gizli yapmışlardı. ancak, huzaahlar, bunları tanımışlardı. kureyş müşrikleri, bu hareketleriyle hudeybiye antlaşmasını resmen ihlal etmiş oluyorlardı; fakat, bunun peygamberimiz tarafından bilinmesinden son derece endişe duyuyor, hatta korkuyorlardı. aradan sadece üç gün geçmişti. huzaalı amr b. salim, beraberinde kabilesinden 40 kişiyle medine'ye gelerek, durumu olduğu gibi peygamber efendimize arz etti ve yardım talebinde bulundu. peygamber efendimiz, hadiseden fazlasıyla rahatsız oldu ve huzaalılardan gelen heyeti, kendilerine mutlaka yardım edecekleri vaadiyle yurtlarına geri gönderdi. kureyş müşrikleri, benî bekirlere yardım etmekle kendileri için son derece tehlikeli bir pozisyon meydana getirmişlerdi. giriştikleri hareketin vahim neticeler doğuracağını sonradan fark ettiler, ama artık iş işten geçmişti. ...ve allah, bu hâdiseyi, mekke kapılarının müslümanlara açılmasına, kâbe-i muazzama'da tekrar tevhid bayrağının dalgalanmasına zahiri sebep kıldı. resûli ekrem, durumun biraz daha açıklığa kavuşmasını istiyordu. bunun için, müşriklere ültimatom mahiyetinde bir yazı göndererek şöyle dedi: "ya huzaalılardan öldürülenlerin kan bedellerini ödeyiniz yahut benî bekir kabilesiyle olan ittifakınızdan vazgeçiniz! bunlardan birini yapmazsanız, hudeybiye antlaşmasını bozduğunuzu ve bunun neticesi olarak da sizinle harbetmek mecburiyetinde kalacağımı biliniz!" kibirden birer heykel kesilmiş müşrik ileri gelenleri, akıbeti düşünmeyen kör hislerine kapılarak önce peygamberimizin ilk iki teklifini kabul etmediler ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. böylece, muahedeyi fiilen ihlâl etmiş olduklarını sözleriyle de te'yid etmiş oldular. ancak, hislerinden uzak kalıp meseleyi akıl plânına getirdiklerinde içlerini bir telâş, bir korku kaplamaya başladı. yaptıkları hareketin doğuracağı vahim neticeyi düşündükçe îmandan mahrum kalblerini bir korku sardı. hz. resûlullah'ın elçisine bu tarz cevap verdiklerine pişman oldular. meselenin tashihi için ebû süfyan'ı medine'ye gönderdiler. ama son pişmanlık fayda vermeyecekti. çünkü, resûl-i ekrem, daha henüz ebû süfyan, medine'ye gelmeden, ashabına işin neticesini haber verip şöyle buyuruyordu: "ebû süfyan, hudeybiye anlaşmasını takviye etmek ve mütâreke müddetini uzatmak için yanınıza gelmek üzeredir! fakat bu arzusuna nail olmadan öfkeyle geri dönecektir." resûli ekrem efendimiz, artık kat'î kararını vermişti: sefere çıkılacak. ancak bu kararını, daha doğrusu, kureyş müşriklerinin üzerine yürüme fikrini, son derece gizli tutmak istiyordu. bu, onun başvurduğu bir tedbirdi. bu taktiğe, düşmana hazırlanma fırsatı vermemek ve bunun neticesi olarak da fazla kan dökülmeden onu teslime mecbur etmek maksadına mebni olarak başvuruyordu. çünkü o, her şeyden evvel insanlara ebedî saadeti kazandıracak olan hak ve hakikati tebliğe memurdu, insanları imhaya değil!.. teslime mecbur bırakıldıkları takdirde içlerinden birçoğunun gönlü islâm'a kayabilirdi. böylece de îman nîmetini elde etmiş olabilirlerdi! o hâlde, düşmanı tamamen imha etmek yerine ona galebe etmek, onun ulvî gayesine daha uygundu. bu sebepledir ki, mekke seferinde de maksadını son derece gizli tutuyordu. hattâ, hz. âişe validimize sadece, "yol hazırlığımı yap." demekle yetiniyordu. ayrıca, bu seferde efendimiz, gizliliğe daha çok ihtiyaç duyuyordu. çünkü, mekke-i mükerreme gibi mübarek bir beldeye kan akıtmadan girmek, kâbe-i muazzama gibi yeryüzünün en şerefli ve faziletli binasını, kimseyi öldürmeksizin putlardan temizlemek istiyordu. şu duası da bu niyetinin açık ifadesiydi: "allah'ım!.. yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez hale getir! beni, birdenbire görüp işitsinler!" hatta, kureyş müşriklerinin üzerine değil de necid tarafıyla meşgul olmak istiyormuş intibaını vermek için de, ebû katade hazretlerini askerî bir birlikle izam vadisi tarafına gönderdi. böylece, mekke tarafına değil de, necid tarafına gidecekmiş tarzında haberler yayılacak ve müşrikler herhangi bir endişe duymayacakları gibi herhangi bir hazırlığa da kalkışmayacaklardı. işte, bütün bu tedbirlere başvurduktan sonra, resûli ekrem efendimiz, bir kısım ashabına mekke üzerine sefere çıkılacağını haber verdi ve hazırlanmalarını emir buyurdu. o zamana kadar medine etrafında islâmiyetle müşerref olmuş birçok kabile vardı. peygamber efendimiz bu arada onlara da, "allah'a ve âhiret gününe inanan, ramazan başında medine'de hazır bulunsun!" diye haber gönderdi. nebîyyi ekrem efendimizin bu davetini duyan birçok kabile, ramazan ayı başında medine-i münevvere'ye gelmeye başladı. bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra resûli kibriya efendimiz, tek kalb gibi çarpan 10 bin kişilik muazzam islâm ordusuna hareket emri verdi. medine'den çıkış ramazan'ın ilk günlerine rastlıyordu. bu sebeple resûli ekrem ve mücâhidler oruçlu idiler. kudeyd mevkiinde konaklayan peygamber efendimiz, burada ordusunu savaş düzenine koydu; sancaklar ve bayraklar bağlayarak, onları kabilelere ve kabilelerin bayraktar ve sancaktarlarına verdi. muhacirlerin üç bayraktarı vardı: hz. ali, hz. zübeyr b. avvam ve hz. sa'd b. ebî vakkas... ensâr'ın ise, 12 bayraktan vardı. islâm ordusunda ayrıca eşcaların bir, süleymlerin de bir bayraktarı bulunuyordu. orduda 14 de sancaktar vardı. bunların üçü müzeynelerin, ikisi eşlemlerin, dördü cüheynelerin, üçü ka'b oğullarının, ikisi ise süleymlerin idi. bundan sonra peygamber efendimiz, ordusuyla merruzzahran'da konakladı. peygamber efendimizin gizlilik stratejisi o âna kadar son derece muvaffakiyetle sürmüş, mekkeliler en küçük bir haber dahi alamamışlardı. merruzahran vadisine geliş geceye rastlamıştı. o âna kadar üzerlerine gelişinden haberi olmayan mekkeli müşriklere peygamber efendimiz, gelişini muhteşem bir ateş donanmasıyla bildirmek istedi ve her mücâhide ateş yakmalarını emir buyurdu. bir anda 10 bin ateş yakıldı. göz kamaştıran bu manzara mekke'ye aydınlık saçtı; müşriklere ise korku ve dehşet... aralarından göç etmeye mecbur bıraktıkları kâinatın manevî güneşi peygamber efendimiz, şimdi etrafında 10 bin parlak yıldızla mekke ufuklarında yeniden bütün ihtişamıyla parlıyordu, ruh ve gönülleri ısıtmak için mekke ufuklarında bir başka haşmetle doğuyordu. bu doğuşa müşrikler hayret etti. daha iki sene evvel bu güneş bu kadar parlak değildi, bu kadar kuvvet ve azamete sahip bulunmuyordu. bir anda nasıl böylesine inkişaf etmiş, büyümüş ve her tarafı aydınlatır olmuştu? söndürmek istedikleri nur, nasıl böylesine kısa zamanda kendilerini sönük bir durumda bırakan azamet peyda etmişti. akıllara hayret veren bu şahlanışın sırrını bir türlü çözemiyorlardı. işte, kureyş müşrikleri, ancak gözleri kamaştıran bu 10 bin ateşlik muazzam manzarayla işin farkına vardı ve mekke'nin çepeçevre sarıldığını anladılar. islâm ordusu, mekke'ye girmeden evvel, son defa zîtuva vadisinde toplandı. peygamber efendimiz ve ashabı kiram'ın sevinçleri etrafa dalga dalga yayılıyordu. yüzlerinde tebessüm, gönüllerinde ferah ve sürür vardı. peygamber efendimiz, devesi kasva'nın üzerindeydi. kendisine bu mübarek ve muazzam günü gösteren cenâbı hakk'a sonsuz hamd ve şükrünü takdim ediyordu. tevazu ve mahviyetinden mübarek başını öne eğmişti. öylesine ki, neredeyse mübarek sakalının ucu devesinin semerine değiverecekti. bu haliyle, önünde eğilecek tek zâtın sâdece kâinatın yaratıcısı cenâbı hakk olduğunu bütün insanlığa ilân ediyordu; aynı zamanda, ashabına da, muvaffakiyeti verenin sadece yüce allah olduğunu, insanların ise muvaffakiyetin sebeplerini hazırlamakla vazifeli bulunduklarını ders veriyordu! peygamberimiz, mekke'ye girmek için ordusunu dört kola ayırdı: sağ kol... kumandan, "seyfullah" unvanının sahibi hz. hâlid b. velid'di. mekke'ye aşağı taraftan girecekti. sol kol... kumandan hz. zübeyr b. avvam idi. şehre yukarıdan, küdâ denilen mevkiden girecekti. üçüncü kol sa'd b. ubade kumandasındaydı ve ensâr birliklerinden ibaretti. seniyye tarafından şehre girecekti. piyade birliklerinden meydana gelen dördüncü kola ebû ubeyde b. cerrah kumanda ediyordu. o da, mekke'nin üst tarafından ilerleyecekti. peygamber efendimiz, kumandalara şu emri verdi: "size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz, hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz!" bu emirden bazı kimseler müstesna kılındı. bunlar, görüldükleri yerde, kabe'nin örtüsü altına iltica etmiş olsalar dahi öldürüleceklerdi. onlar da şunlardı: ikrime b. em cehl, abdullah b. sa'd b. ebî şerh, habbar b. esved b. muttâlib, hüveyris b. nukayz, mıkyes b. subabe elleysî, abdullah hilâl b. hatal, hind binti utbe b. rebia, şarkıcı sâre, kureyne ve ernebe. bunlar, irtikap ettikleri suçlar, irtidat, islâm'a ve müslümanlara aşırı düşmanlık, işkence, kati, resulullah'ı ve müslümanları küstahça hicvetme gibi affa sığmayacak suçlardı. peygamber efendimiz, mekke'ye girer girmez halka eman verdiğini ilân etti: "kim ebû süfyan'ın evine sığınırsa, ona eman verilmiştir. kim elinden silâhını bırakırsa, ona eman verilmiştir. kim evine girer, kapısını kapatırsa, ona da eman verilmiştir." bunun üzerine müşriklerden bir kısmı evlerine, diğer bir kısmı da ebû süfyan'ın evine sığındı. on bini aşkın islâm ordusu, mekke'ye girmişti. fakat, mekke sakin ve âsûde bir gün yaşıyordu. herkes bir emniyet içinde idi. resûli ekrem efendimiz, kasva'nın üzerinde, terkisinde üsame b. zeyd, sağında hz. ebû bekir, etrafında muhacir ve ensâr topluluğu olduğu hâlde kâbe-i muazzama'ya doğru ilerliyordu. dâvasını ilâna başladığı ilk günden bu güne kadar ve muzafferiyet sonunda hiçbir değişiklik yoktu. tek başına islâm ve îmanı tebliğ ederken de mütevazi, mahviyetkâr, affedici ve merhametli idi, o gün de... birkaç kişinin gönlünde yer tutmuşken nasıl âlicenab, şefkatli, mütevazi ve afüvkâr idiyse, şimdi on binlerin gönlünde taht kurmuşken de yine bu vasıflarından zerre kaybetmemişti. işte, efendimiz, bu tevazu, mahviyet ve allah'a minnet ve şükran hisleriyle dolu bir manzara içinde haremi şerife girdi. müslümanlar da akın akın muazzam mabede doğru akıyorlardı. resûli kibriya tekbir getirince, müslümanlar da hep bir ağızdan "allahü ekber! allahü ekber!" diyerek mekke ufuklarını bu kutsî sadâ ile çınlattılar. bu ulvî sadâya, bu mübarek beldenin dağı, taşı "allahü ekber! allahü ekber!" diyerek karşılık veriyordu. kureyş müşrikleri, kabe'nin çevresine 360 put dikmişlerdi. bu putlar, kurşunla yerlerine perçilenmiş bulunuyordu. tebliğ ettiği "tevhid" inancıyla akıl, ruh ve kalblerdeki putları yıkıp, binlerce insanı getirdiği nurun etrafında pervane gibi döndüren resûli kibriya efendimiz, şimdi de tevhid inancına uygun bina edilmiş olan kabe'yi asliyetine kavuşturmak için putlardan temizlemeye başlıyordu. elindeki asayla putlara birer birer işaret ederek,"hak geldi, bâtıl zail oldu. gerçekten bâtıl, dâima yokluğa mahkûmdur." âyetini okudu. işareti alan her put yere düştü. putun yüzüne işaret ettiyse arkasına düşer, arkasına işaret ettiyse yüzüstüne düşerdi. böylece kabe içinde ve çevresinde yere yuvarlanmayan hiçbir put kalmadı.
    2. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      kan dökülmeden yapılan sayılı fetihlerden
    3. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      sonrasında ebu süfyan, hz. muhammed'den ötürü "o kalplere hükmediyor, taş duvarlara değil" der. (bkz: hoşgörü)
    4. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      11 ocak 630 tarihinde olmuştur. 1 ocak değildir.
      0bütün müslümanları kahr-u perişan eyledin. yılbaşı duyarı kasamayacak facebook primcileri. bu bilgiyi yok edin. :) - devriksekiz 28.12.2016 16:05:28 |#2947764
      11 ocakta yola çıkılmış ordan yürüyebilirler :) - asofman 28.12.2016 16:11:49 |#2950225
    5. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      fetih suresinin iniş sebebi 1. ayeti kerimenin meali: "biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik."